Hoş Geldin

Sevgili okur, buraya geldiğin andan itibaren benimsin; arkana yaslan, al eline bir fincan kahve ve izlemeye başla. Haydi kolay gelsin ...

27 Mayıs 2011 Cuma

GECENİN KÖRÜ

Gecenin Körü Vol.1.
Okuldan yorgun argın geldim, uyumaya çalıştığımda saat 17.30’du. Telefonumun alarmını 18.15’e kurup güç bela uyudum. Ama atladığım ufak (!) bir ayrıntı (telefonumun sessizde olması) yüzünden uyandığımda saat sabahın üçüydü. Sanki hayatıma yaşanmamış bir gün eklemiş gibiyim. Huzursuz hissediyorum. L
Gecenin Körü Vol.2.
Sabahın bu vakitlerinde ay ve de gökyüzü fena halde gizemli gözüküyor. Dışarı bakarken, penceremin camına Peter Pan ve Wendy’nin  vurup kaçacağı hissi geliyor ister istemez.
Bir de cama Peter çarpmadı ama, yüzüme sokağın ne kadar korkutucu olduğu gerçeği çarptı: “Nightmare of Silahtar Mektep Street”. J Etrafta sinsi sinsi dolaşan kedileriyle, manyak manyak çığıran martıları ve tuhaf su sesleriyle tam korku filmlik bir mekan. Öyle işte! J
Gecenin Körü Vol.3.
Bazen anlamakta güçlük çekiyorum, ellerim titriyor, kızgınım tüm dünyaya …

SEN

En çok gülüşünü seviyorum: Hem kurnaz, hem masum; hem adam, hem de çocuk …
Dünya siliniyor gözümden ve hafızamdan sana bakarken, siliniyor her  şey ve senin renklerinden oluşan bambaşka bir boyut uzatıyor elini bana.
Cennet diyorum, böyle bir şey olmalı. En çok senin yanındayken ölüyorum ben yani.

ŞÜKÜR

Hayat her zaman bok gibidir. Herkes için hem de. Biz insanlar genelde en iyiyi hak ederiz, hiçbir zaman bulunulan konum bizlere hoş  gözükmez, aç gözlüyüz işin özü. İyiyim dediğimizde genel olarak içinde olduğumuz bokluğun *aşırı bir şey yaşamamışsak tabi* en az kısmında duruyoruzdur değil mi?
 Şükretmeyi öğrenmek bizler için çok zor bir iştir. ‘Kemaliyet rütbesi’ diyebiliriz belki bunun için. Herhangi bir aşağılık kompleksi  durumunda, ilk olarak bizden daha üstün ve her anlamda daha varlıklı insanlara bakmak gelir aklımıza, oysa unutulmamalıdır ki bazı kimselerin aklına da ilk olarak bizim gibilere, bizim konumumuz benzeri konumlarda bulunan insanlara bakmak gelir. Ya onlar ne olacak? Kendi haline dövünen bizler,  bizden daha aşağıda yer almakta olan o insanların birer  fazlalık, gereksiz yaşam formları olduğunu falan mı düşünüyor acaba? Öyle gözüküyor durum ilk bakışta; fakat hayır öyle de değil. En azından benim için. Ama niçin bu isyan, niçin? Niye daha fazlasını istiyoruz? Ya da şöyle sormak daha doğru ve isabetli olacak: Nereye kadar daha fazlasını isteyeceğiz, nerde duracağız? Duracak mıyız?
 Cevap veriyorum: Duracağımız falan yok.
 Böyle gelmiş böyle gidecek. Bize düşen fazla şımarmamak, nefsani terbiye için çabalamak. Elbette en iyisini hak ediyoruz, elbette en değer verdiğimiz birey kendimiziz; lakin ölçülü olmaya çalışmayı akıl defteri, bir köşesinde illa ki ufak bir notla sık sık hatırlatmalı bize  

GÜNAH

“Bir kişinin aleyhinde söylenen bir sözü dinleyen, o sözü söyleyen gibidir.” Hz. Ali
Hz. Ali’nin bu sözünden yola çıkarak, biriyle dedikodu ettiğini düşün bir. Karşındaki insana bilmem kimi anlatıyorsun. İşte bu arkadaş seni dinlediği için, o da anlatmış gibi oluyor. Eee haliyle kendi anlattığını dinlemiş oluyorsun değil mi. Bu durum kısır bir döngü şeklinde, aynen bir “ouroborus” halinde devam eder, uzar gider…
Sanki karşılıklı yerleştirilen iki ayna arasındaki nesnenin görüntüleri gibi. Yani sonsuzluk gibi. Yuh! Günaha batmak gibi!

AŞK

 *Bakışların yüzüme her değdiğinde, yüzüme sille tokat cenneti çarpıyor gözlerin. Şu halde söyle kalbimin çarpıntısına nasıl engel olabilirim ben?*

 Aşk odur ki; aşık, sarhoşluğunun içerisinde maşuğu görmez. Maşuğun yüzü ve dahi silüeti bir zaman sonra aşığın olumlu veya olumsuz etkilenmesine yol açmaz.Ol aşığın işlev kazanan bir başka gözüdür, ol göz bebeğine yansıyandır ki bir başka görüntüdür. Ruh mudur, ten midir, nedir; anlayamaz, tanımlayamazsın…
 Aşkın önünde kelimeler diz çöker; ‘Ey aşk emrine amadeyim, al şu kıymetsiz boynum senindir!’ der  ve aşk bunun üzerine yarı şuh, yarı sert kahkahasını salar gökyüzüne doğru; ‘Hah şimdi iyi dedin, boynun yetmez beni dimağlarda ilmek ilmek örmeye, al kıymetsiz boynunu çekil önümden.’ Der. Ortada tatlı ve de yakıcı o duygudan başka bir şey kalmaz. Göğüslerin arasından aşığı maşuğa iten bir çekim kuvveti peydah olur; dilin lal olduğu, kalemin kötürüm kaldığı o anda …